„Sınırları olmayan bir ülkem var, herkesin konuşabildiği tek bir dili var…“ İlhan Güven`e ait olan „Hülya/Tagtraum“ adında bir şiir böyle başlıyor. Dilsiz olmak ve buna bağlı olarak dışlanmışlık hisleri, buraya göç edenlerin akılda kalıcı tecrübeleridir. „Konut işçi göçü“ diye adlandırılan bu olayda ilk yıllarda Almanca dil bilgisi şartı yoktu ve teşvik edilmiyordu. Zaten kısa süre sonra geri dönüleceğine inanılıyordu. Dil öğrenmesi genel olarak işçinin kendi girişimciliğine dayalıydı: Sözlüklerle günlük hayatın üstesinden geliniyordu veya dili kendi faaliyetiyle öğreniyordu. Acemi tercümanlar şirketler dahilinde işletme yönetimi ve işçilerin arasında arabuluculuk yapıyordu.
Devlet dairelerinde iş takiplerinde ve hekimlere gidildiğinde birçok durumda çocuklar ebeveynleri için tercümanlık yapıyordu - rollerin değiştirilmesiydi bu ve çocuklardan çok sorumluluk talep ediyordu! Filiz Calayır genç kız olduğu yıllarda başka Türk vatandaşları için, kanunları bilmeden yabancı polisinde veya iş ve işçi bulma kurumunda yardım ettiğini anlatıyor.
Ve okul sistemi göçmenlerin durumunu nasıl karşıladı? İlk göçmen neslinin çocuklarına okulda az destek verilmesi gayet normal karşılanmaktayken, bugünkü durumda Almanca teşvik dersi, Almanca ikinci dil dersi ve kendi ana dili dersleri güncel okul düzeninin doğal bir parçasıdır. 1990`lı yıllardan beri „Yabancılar siyaseti“ yerine „Kültürler arası görüşmeler “ ve çok dilli olmanın toplumsal değerleri, göçmenlere hizmet veren Okul Danışmanlık Merkezinde görevli Nataša Maroševać`nın açıklamasına göre bir dönüşüm noktasına işaret etmektedir. Ancak dil konusu entegrasyon görüşmelerinde halen çok yoğun tartışılan bir konu olmaya devam ediyor.
Dil bilgisinin insanın kendini yetkili ve güven dolu hissetmesinin bir aracı olduğunu anlatıyor Tuğba Şababoğlu: Dış görünümü sebebiyle klişelere dayalı beklentilere itiraz etmek için, bilinçli olarak mükemmel Alman yazı dilini konuşuyor.
13 yaşında biri olarak, almanca dil bilgisi olmaksızın öğretim görmek üzere Jenbach Ortaokulu’na alınmış, Güldane Gönül sınıf arkadaşlarının ayrımcı tutumlarını resimlerden hatırlıyor, mesela Viyana’ya (burada kardeşiyle birlikte) yaptıkları sınıf gezisinde veya yüzme dersinde
Güldane Gönül tarafından ödünç
Sadok Bacha almancayı salt bu almanca - fransızca sözlükle kendi çabalarıyla öğrenmiştir. Bu kitabı 1977 yılında Tunus’tan Viyana’ya indikten sonra satın almış. Almanca dil bilgisine restoran işletmelerinde garson olarak kendi işi için ihtiyaç duymuştur.
Sadok Bacha'dan'dan ödünç
Ömer Yıldız bir göçmen kökenli çalışan olarak tecrübelerini lirik yoluyla ifade etmiştir.
Şiir antolojisi„Yeni Avusturya liriği“, 2008
Türkçe ve almanca yazılmış şiirler albümü ve de 1987/88 ortaokul bitirme karnesi Yasemin Duran’a Telfs’teki okul yıllarını hatırlatmaktadır. Okuldaki üstün başarılarından ötürü o dönemin belediye başkanı tarafından kendisine ithaf edilen kitaplar almış. Bürgermeister Helmut Kopp.
Yasemin Duran’dan ödünç
1990’lı yılların başında yabancı dilde konuşan öğrencilerin derslerinde kullanılan kitaplar: „Almanca öğreniyorum. Yabancı dilli öğrenciler için çalışma fişleri“ 1990, 13. baskı. (orij. 1973) ve „Benim ilk almanca kitabım. Yabancı dilli öğrenciler için çalışma kitabı“, 1977
Annemarie Dayan’dan ödünç
„Bizim Kitabımız“ 1992 yılında öğretmen Johann Hechenberger’in idaresi altında Telfs’teki Anton Auer Ortaokulu’nda doğdu. Öğrenciler bu kitapta, çok çeşitli kültürel şekillenmeler, menşei olunan ülkeler, ırkçılı ve önyargılar konusunda fikirlerini ortaya koymuşlardır.
Nataša Maroševac’ten hediye
„Tiroler Tageszeitung“ gazetesi 1972 yılında İşçi Odası’nın dil kursları ve çok dilli danışma hizmeti konusunda bir haber yayınlamıştır. Almanca bilgisindeki eksiklikleri nedeniyle „Misafir işçi çocukları“ genellikle düşük seviyedeki okul sınıflarına alınmışlardır. Kendilerinden yaşça küçük olan çocuklarla aralarındaki yaş farkı bu çocuklarla aralarında sıklıla mesafeye neden olmuştur.